Yollar insan dolu ama çocuklar yok… Hepsi evde.
Bir zamanlar sokaklar, çocukların kendi kurallarıyla yönettiği küçük ülkelerdi. Şimdi ise ölümüne ya da karın tokluğuna çalışan büyüklerin gelip geçtiği yorgun geçitler. Sokaklar artık annelerin, babaların ve en çok da kapitalin hüküm sürdüğü yerler.
Paranın sahibi kimse, sokakta da onun düzeni, onun saltanatı geçerli.

Benim çocukluğum 26. Sokak’ta geçti. Sonra 43. Sokak’a taşındık. Sonra büyüdük… Caddelere karıştık.
Sokaklar artık bizi amaçlarımıza götüren birer araç. Ama bir zamanlar başka bir anlamı vardı onların.

Sokağın yasası belliydi: Okul bitiminden akşam ezanına kadar geçen o 3-4 saat içinde çocuklar dünyayı yeniden kurardı.
Top oynayanlar, ip atlayanlar, ipten sekseğe geçenler, taş yıkmaca oynayanlar… Tüm bu oyunlarda bir paylaşım, bir birlik, bir dayanışma vardı.
Sokağın tehditlerine karşı çocuklar bir cephe gibi birleşirdi.
Her çocuğun canı da, malı da, hatta mahallesi de diğerinin emanetindeydi.
Yolu sorarsanız gösterirler, yabancıyı hemen ayırt ederlerdi.
Sokak onların dünyasıydı; sezgileri, sokaktaki suistimallerin önüne geçerdi.

Peki bu saltanat neden sona erdi?
Çocuklar, yapay bir dünyanın çıkmaz sokaklarına hapsedildi.
Eve girmeleri için alınan bilgisayarlar, tabletler, telefonlar; onları ellerimizle sokaktan kopardık.
Oysa sokak mutsuzluk getirmiyordu; özgürlüğün, oyun arkadaşlığının, hayatın ilk provasının yeriydi.
Şimdi çocuklar büyümüyor… Sadece görüntüleri değişiyor.

Ama demeyeceğim ki tek suçlu teknoloji.
Çocukların sokaktan uzaklaşmasının arkasında çoğu zaman aileler ve eğitim sistemi var.
Jean Baudrillard, Tam Ekran kitabında yer alan “Çocukluğun Siyah Kıtası” bölümünde çocukların nasıl birer “pedagojik nesne”ye dönüştürüldüğünü anlatır.
Eğitimin nesnesi olan çocuk, sokakta yüzleşmesi gereken oyun, kavga, barışma, dostluk, paylaşım gibi temel yaşantılardan uzak kalıyor.

Sonuç?
Sınav kazanan ama sokakta yürümeyi bilmeyen çocuklar…
Çünkü sokak saltanatı sadece bir oyun değil, kuşaktan kuşağa aktarılan bir deneyim biçimiydi.
Çocuk, iyiyi kötüyü, ucuzu pahalısını, dostu düşmanı sokaktan öğrenirdi.
Sokak, çocukların hem diniydi hem devleti.

Peki şimdi ne oluyor?
Çocuklar evlere hapsedilirken, bazıları –ki kim olduklarını da bilmeyiz– bizim sokaktan olmayan bazıları, erişkin çocukları siyasi saiklerle sokağa salarak devletine, milletine karşı bir kuvvet sanıyor kendini. İşin bu kısmı politik.

Ama özünde, sokak çocukların kara kıtasıdır.
Başkenti olmayan, her çocuğun dünyasında ayrı şekillenen, bazen İstanbul, bazen Ankara, bazen Gazze ya da Kaşgar olan…

Çözüm?
Belki de sadece çocuklarımızı alıp tekrar sokağa çıkmak.
Geçenlerde bir okulda öğretmenin veliye dediğini duydum:
“Çocuğunuza tenis, piyano, yüzme derslerini bir süreliğine yasaklıyorum. Sadece sokağa çıkacak, parkta oynayacak.”
Veli şaşkın: “Nasıl yani, iptal mi edelim şimdi?”
Öğretmen: “Komple kaldırsanız yeridir. Çocuğun çocukluğu elden gidiyor.”

Son söz.. Çocukların saltanatı bitiverirse ..
Ya da birden “büyüyüverirse”…çocuklar..
Bir de “çıkmaz”sa sokaklar hiçbir mutlu kıta’ya…